1934 yılına kadar ülkemizde vatandaşların soyadları yoktu. İnsanlar kendilerini tanımlarken isimlerinin yanına genellikle babalarının veya doğdukları yerin adlarını ya da meslek unvanlarını ekliyorlardı. Bazıları ise aile büyüklerinden birinin adına “oğlu” veya “zade” sözcüklerini ekleyerek kendilerine bir aile adı, asalet unvanı oluşturmaya çalışıyorlardı. Ancak çağın gereklerine uymayan bu ad alma yöntemleri kişileri birbirinden ayırt etmeye yetmiyor, eşitlik ilkesine zarar veriyor ve aile bağlarının güçlenmesini önlüyordu. Diğer yandan nüfus, tapu ve okul kayıtlarının tutulmasında, askere alma işlemlerinin yürütülmesinde, ticari ilişkilerde ve hayatın pek çok alanında karışıklıklara neden oluyordu.
Ülkemizde soyadı kullanılmaması nedeniyle yaşanan sorunlara karşılık çağdaş Batı ülkelerinde insanlar uzunca bir süredir soyadları ile anılıyordu. Bu ülkelerde soyadı, bireyi eşit yurttaş haline getiren ve ona kimlik kazandıran bir araç olarak görülüyordu.
Ülkemizde soyadı eksikliğinden kaynaklanan sorunların giderilmesi TBMM’nin 21 Haziran 1934’te çıkardığı Soyadı Kanunu ile mümkün olabildi. 1 Ocak 1935’ten itibaren yürürlüğe girecek olan bu Kanun’a göre her Türk vatandaşı altı ay içinde öz adından başka, ailesiyle ortak olmak üzere bir soyadı alacaktı. Seçilecek soyadı Türkçe olacak; rütbe, makam, yabancı ırk ve millet belirten tanımlamalar içermeyecekti. Ayrıca soyadının ahlaka aykırı ve gülünç olmamasına dikkat edilecekti.
Soyadı Kanunu’nun kabulünü izleyen günlerde çağdaş Batı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde herkes bir soyadı aldı. Mustafa Kemal’e de TBMM tarafından 24 Kasım 1934’te kabul edilen bir kanunla “Atatürk” soyadı verildi. 26 Kasım’da kabul edilen bir başka kanunla ise efendi, bey, paşa, hoca, molla, hafız, şeyh vb. toplumda ayrıcalık ifade eden lakap ve unvanların kullanılması yasaklandı.
Soyadı Kanunu’nun yanı sıra ;
unvan ve lakapları kaldıran kanunun da yürürlüğe girmesiyle birlikte bütün vatandaşlar kanun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adları ve soyadlarıyla anılmaya başlandı. Böylece ayrıcalıklı kişi ve zümrelerin yerini milli kültürümüze de uygun biçimde eşit haklara sahip Türk vatandaşları aldı.