İngiliz doktor Edward Jenner’in (1749-1823) kariyeri, heyecan açısından Franklin’inkiyle asla boy ölçüşemez. Çalışma hayatının büyük bölümünü Gloucestershire’da doğduğu Berkeley köyünde sakince geçirdi; ama Edward Jenner da dünyayı her türlü takdirin ötesinde değiştirdi. Her ikisi de öğrenme ve deney konusunda aynı aydınlık bakış açısına, aynı doymak bilmez coşkuya sahipti. Jenner açısından bu, muhtemelen başka herkesten daha fazla insan hayatını kurtaran bir buluşu getirdi. Ailedeki dokuz çocuğun sekizincisi olan Jenner daha altı yaşına varmadan anne babasını kaybetti, ama büyük kardeşleri ona iyi baktı. Ablası Deborah onu kendi evine götürdü ve ağabeyi Stephen eğitim yolunu çizdi; böylece on üç yaşında köylerine yakın Chipping Sodbury’de bir cerrahın yanına çırak olarak verildi.
Edward fosil aramaya ve doğa tarihine saplantı derecesinde meraklı, mutlu ve içe kapanık bir çocuktu. Daha dokuz yaşındayken fındık faresi yuvalarından oluşan büyük bir koleksiyonu vardı ve gözlemlerini kaydetmek için her zaman yanında büyük bir cep defteri taşırdı. Bir kasap dükkanının yanından geçerken, anatomik bakımdan ilginç bir şey yakalama umuduyla camekandaki çeşitli organlara göz atmaktan kendini alamazdı. Böyle şeylere dönük ilgisi yaşamı boyunca, üne kavuşmasından sonra da sürdü. Yaşlı bir adamken bile, evinin yakınında bir su dinozorunun (plesiyosor) fosilleşmiş kemiklerini bulan ve türünü saptayan ilk kişi olmak onu çok sevindirdi. Onun gözünde fosiller tozlu ufak taş parçaları değildi; “geçmişte kalan dünyalara ait anıtlardı.
Edward Jenner herhalde mutluluğun kaynağını mütevazı bir hayat sürmekte gören Epikürcü inançtan hoşlanırdı. “Şöhret dediğin nedir ki?” diye yazmıştı bir arkadaşına. “Kötülük oklarıyla delik deşik olmaya aday yaldızlı bir nişan.” Ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sıradanlık yazgısı olmayacaktı. Yirmi bir yaşındayken, tanınmış cerrah John Hunter’ın (1728-1793) yanında anatomi, fizyoloji ve doğum uzmanlığı öğrenimi görmek üzere Londraya gitti. Hunter, döneminin en seçkin anatomi uzmanıydı ve Jenner’i bilimsel tasarıları konusunda fikir yürütmekten çok deney yapmaya yönelten kişi oydu. Düsturu şuydu: “Düşünme, dene!” Earl’s Court’taki iki dönümlük arazisinde öğrencilerinin kesip incelemesi için deve kuşları, leoparlar, mandalar, çakallar ve yılanlar beslemekteydi.
Gerek duyulduğunda, stokunu takviye etmek üzere Londra Kulesindeki Kraliyet Hayvanat Bahçesinden egzotik hayvanların kadavralarını getirirdi. Hunter 1771’de James Cook’un ilk yolculuğundan dönen Joseph Banks’e botanik koleksiyonunun kataloğunu çıkarması için Jenner’i önerdi. Banks bunu kabul etti ve Jenner’in çalışmasından öylesine etkilendi ki, onu Cook’un 1772’deki ikinci yolculuğuna davet etti. Jenner konuyu biraz tarttıktan sonra katılmamaya karar verdi ve doğduğu yere dönerek Gloucestershire’da kendi muayenehanesini açtı. John Hunter’ın ortaklık önerisini de geri çevirmişti, ama iki adam yakın teması sürdürdü ve Hunter mektuplarla Jenner’in doğa tarihi konusundaki araştırmalarına yön verdi. Jenner’in bir aşk hüsranı yaşamasından sonra, Hunter ona şunu yazdı:
Bırak gitsin, onu dert etme. Seni kirpilerle oyalayacağım, zira bendekine ne kadar güvenebileceğimi bilmiyorum. Kışın bir kirpi bulup tartmanı istiyorum; onu bahçene koy ve üstünü örtmesi için biraz yaprak, saman ya da ot bırakırsan, bunu yapacaktır; daha sonra ilkbaharda onu bir daha tart ve ne kadar kilo verdiğini gör. Jenner kış uykusunu ilginç buldu ve kuşların (yarasalar gibi) kış uykusuna yattığını öngören, dönemin teorileri konusunda kuşkuya düştü. Onları kesip inceleyince, kursaklarında başka ülkelerden gelme tohumlar buldu. Ayrıca dönen kırlangıçların aslında “kirli” olmadıklarını saptadı; bu da kışı gölcüklerin dibindeki çamurlarda geçirdikleri yönündeki genel geçer anlayışa aykırıydı.
Kuşların göçlerine ilişkin çalışma ta ölümüne kadar yayımlanmadı; ama adını ilk kez kuş yaşamına ilişkin daha önceki bir araştırmasıyla duyurdu. “Guguk Kuşu Üzerine Gözlemler” adlı yazısı 1787’de guguk kuşu yavrularının sırtlarında oyuklar bulunduğunu ve bundan yararlanarak yuvadaki diğer yavru kuşları kapıp kaldırarak kenardan yuvarlayabildiklerini ortaya koydu. Bu benzersiz özellik guguk kuşunun yaşamında yalnız ilk on iki günde vardır. Jenner’in yazısından önce, bizzat bakıcı kuşların kendi yavrularını attıkları varsayılmıştı. Jenner’in teorisi 20. yüzyılda fotoğraflarla doğrulanana kadar tam bir kabul görmedi; ama 1789’da Kraliyet Derneği üyeliğine seçilmesine yetecek kadar sağlam bir çalışmaydı.
Yakın gözlem Jenner’in güçlü tarafıydı ve onu başka bir çığır açıcı buluşa yöneltti: Koroner damarlardaki sertleşme ile anjin arasında bir bağlantı kuran ilk doktorlardan biri oldu. 1786’da anjine yakalanmış hastalarından birinde koroner damarların “beyaz, etki ve kıkırdaklı bir madde”yle “tıkalı” olduğunu ve maddenin kesildiğinde cırlak bir ses çıkardığını saptadı. “Göğüs anjinininden ölen her denekte kalbin aşırı derecede yağla yüklü olduğunun ortaya çıktığı kanısındayım” diye yazdı. Jenner Gloucestershire’da tam anlamıyla hayatın tadına vardı. Kır evlerinin gözde bir konuğuydu; nüktedan bir hikâyeci, şair ve kemancı olarak büyük itibar görmekteydi. Ayrıca zarif giyimiyle meşhurdu.
Arkadaşı Edward Gardner’e göre, genellikle üstünde “sarı düğmeli, güderi ve mavi renkte bir ceket, ayaklarında güzelce cilalanmış ve gümüş mahmuzlu cokey çizmeleri bulundurdu ve yanında gümüş saplı şık bir kamçı taşırdı.” Tıpkı Ben Franklin ve Epikür gibi, kafa dengi insanlarla muhabbetten hoşlanırdı ve iki kulüp kurdu: Şenlik-Tıp Derneği ve Tıp-Şenlik Derneği. Ayrı hanlarda toplanan bu dernekler, adlarından anlaşılacağı üzere, benzer ama öncelikleri karşıt ilgi alanlarına sahipti. Jenner aynı zamanda hevesli bir baloncuydu; bu hobisi yöredeki çiftçilere dehşet salmakla birlikte, gelecekteki karısı Catherine’le tanışmasına vesile oldu. İnsansız ve vernikli ipek balonu onun babasının çiftlik arazisine indi. Edward ve Catherine 1788’de evlendiler ve dört çocukları oldu. En büyüğü Edward yirmi bir yaşında veremden öldü.
Jenner her ne kadar yıkıldıysa da, bu süreçte bilimci kimliğini elden bırakmayarak, oğlunun sıklıkla kustuğu kanı gübreye kattı ve bitkilerin büyümesine bir etkisinin olup olmadığını gözlemledi. Kendisini üne kavuşturacak buluşunu yaptığında kırk yedi yaşındaydı. 18. yüzyıl sonlarında çiçek hastalığı Avrupa’daki nüfusun yüzde 60’ına musallat olan bir dertti. Hastalığı kapanların üçte biri ölürken, kurtulanlarda korkunç biçim bozuklukları kalmaktaydı. Dünyanın başka yerlerinde can kaybı daha da feciydi: Amerika’daki Yerlilerin tahminen yüzde 95’i, İspanyol fatihlerin 15. yüzyılda beraberlerinde kıtaya götürdükleri çiçek yüzünden kırıldı. Jenner’in çocukluğu sırasında, hastalığı savuşturmada tek umut variolasyon denen işlemdi (Hastalığa “benekli” anlamındaki Latince varius’tan türetmeyle variola bilimsel adı verilmişti).
Bu işlemde, kurumuş çiçek yarasından alınan kabuk bozuğu hastalığa karşı direnç kazandıracağı umuduyla elde açılan bir kesiğe sürtülürdü. Böyle bir aşı oldukça etkili olmasına karşın, yan etkiler nahoştu ve çiçek kapma riski hâlâ kabul edilemez ölçüde yüksekti. Jenner çocukken variolasyonun aç bırakılmayı ve müshil şurubu içirilmeyi de kapsayan rahatsızlığını çekmişti. Köy hekimliğinde standart bir işlem olarak bunu uygulamasına karşın, daha güvenli bir alternatif bulmaya dönük deneylere girişti. Hastaları arasında sütçü kızların nadiren çiçeğe yakalanması, buna karşılık inek çiçeğine, yani sağmal ineklerden kapılan benzer ama çok daha az öldürücü bir enfeksiyona karşı düzenli tedaviye gerek duyması dikkatini çekti.
İnek çiçeğinin insanı çiçekten koruduğu yolundaki kırsal inanışın bir gerçeklik temeli taşıyıp taşımadığını merak etti. Sarah Nelmes adlı bir sütçü kızın elindeki inek çiçeği kabarcıklarından 14 Mayıs 1796’da aldığı biraz irini bahçıvanın oğlu olan sekiz yaşındaki James Phipps’in kolundaki bir kesiğe zerk etti. Phipps hafif bir ateş dışında hiçbir sorunla karşılaşmadı. Jenner altı hafta sonra ona bir çiçek hastasından aldığı irini aşıladı. Yine hiçbir tepki görülmedi. Bu ilk kez denenen bir şey değildi; Benjamin Jesty adında bir Dorset’li bir çiftçi yirmi yıl önceki bir yerel çiçek salgını sırasında bilinçli olarak karısına ve çocuklarına inek çiçeği bulaştırmıştı. Ama yönteme ilk kez bilimsel yaklaşımla başvurulmaktaydı. Yirmiden fazla hastaya “aşılama” adını verdiği işlemi uygulayan Jenner, ilk denemeden iki yıl sonra her şeyi değiştirecek olan İnek Çiçeği Adıyla Bilinen Çiçek Virüsü Aşısının Sebepleri ve Etkileri Üzerine Araştırma (1798) adlı makalesini yayımladı.
Jenner’in vardığı sonuç inek çiçeği aşısının variolasyondan daha güvenli olduğu ve çiçeğe karşı kalıcı koruma sağladığıydı. Aynı aşıyı kişiden kişiye uygulamak da mümkündü. Dünyanın her yanında yankı uyandıran makale iki yıl içinde Latince, Almanca, Fransızca, İtalyanca, Flamanca ve İspanyolcaya çevrildi. Jenner’in yaşamı bir anda değişti. “Karşıma ne tür sıkıntılar ve güçlükler çıkarsa çıksın, bütün ömrümü dünyayı çiçekten kurtarma uğraşına adamaya karar verdim” diye duyurdu. Bu alçak gönüllü köy doktoru ihtiyaç duyan herkese aşısını göndererek “dünyanın aşı memuru” haline geldi. Berkeley’deki bahçesinde yaptırdığı küçük bir kulübeye “Aşı Tapınağı” adını verdi ve orada yoksullara parasız aşı yaptı.
Londra sosyetesince ağırlandı, Kral III. George ve Kraliçe Charlotte’un huzuruna çıktı, Rusya çarıyla ve Prusya kralıyla tanıştı, Londra, Dublin, Edinburgh ve Glasgow kentlerinden fahri hemşerilik beratı aldı, Oxford ve Cambridge onursal diplomalarıyla Dünyanın her yanından hayranlık mesajları yağdı. “Bütün insanlık ailesinin sana olan şükran borcunun bana düşen kısmını ödemek isterim” diye yazdı Thomas Jefferson. “Tıp camiası böylesine yararlı olan müstesna bir ilerlemeyi şimdiye kadar sağlayabilmiş değildir.” Amerikan Yerlileri ona boncuk işlemeli bir kemer gönderdiler ve “Büyük Ruh”tan esirgemesini diledikleri adını çocuklarına öğrettiler. İngiliz milletvekili William Wilber-force, “Bu ülkeye gelen yabancıların arayıp hatırını sormayı bu kadar istedikleri başka bir adam yok” yorumunda bulundu.
Jenner, hatta Napolyon’la mektuplaşarak, birisi akrabası olan iki İngiliz savaş tutsağının bırakılmasını sağladı. Fransız halkına kitlesel aşılama yapılması talimatını daha önce vermiş olan Napolyon, bu girişim karşısında. “A, Jenner mi, onun hiçbir isteğini kıramam” diye bağırmıştı. Herkes ikna olmuş değildi. Variolasyoncular aşıyı işleri için ciddi bir tehdit olarak gördüler. Kimi doktorlar Jenner’in ön eklem ve kayıt yöntemlerinin yeterince titiz olup olmadığını sorguladılar. Bazı hastalar da sakıngan bir tutum içindeydi ineklerden alınan salgıların zehriyle insanda boynuz ya da meme çıkabileceği korkusu vardı. Ama İngiliz ordusu ve donanması aşılamayı hemen standart işlem olarak benimsedi ve Britanya’nın birçok tanınmış hekimi Jenner’e destek verdi.
Yine de tıp otoriteleri ayak sürüdü: Hükümetin bedava aşılamaya dönük bir ulusal program oluşturması 1840’ı buldu. O sırada Jenner öleli on yedi yıl olmuştu. En büyük oğlu gibi karısının da 1815’te vereme yenik düşmesi, zaten gittikçe takatten düşen ve kamuoyunun ilgisinden gına getiren Jenner’i Berkeley’deki sığınağına dönmeye yöneltti. Sekiz yıl sonra ölene kadar orada kaldı. Ölümünden bir yıl önce, IV. George’un özel hekimi olarak atandı. Jenner son yıllarında ara sıra hastaları tedavi etmekle birlikte, zamanının çoğunu ilk ilham kaynağı olan doğa ile baş başa geçirdi; kuşların göçlerine ilişkin araştırmaların’ tamamladı ve dışarıdan egzotik meyveler getirtip yetiştirdi.
Ayrıca verem hastalığına yakalanan inek çiçeği aşısı deneği James Phipps’e yardım eli uzattı. Jenner’in ilk deneyinden sonra, zavallı Phipps sonuçları bizzat test etmeye meraklı başka doktorlarca en az yirmi sefer daha aşılanmıştı. Jenner minnettarlığının bir ifadesi olarak Phipps için küçük bir kulübe tasarlayıp inşa ettirdi ve sebzelik kısmıyla birlikte bahçeyi düzenleme işinin başında şahsen durdu. İnek çiçeği olayının diğer oyuncularına gelince, sütçü kız Sarah Nelmes’ten bir daha hiç haber alınamadı; ama “Çiçek” adlı ineğin postu Tooting’deki St. George Hastanesi’nde hâlâ asılı duruyor.
İneğin boynuzlar’ mübarek sanki Gerçek Haç’ın parçalarıymış gibi ölümünden beri çoğalıyor: Şimdiye kadar en az altı “sahici” çift kayıtlara geçmiş durumda. Jenner’in dünyaya katkısı için ne söylense abartı sayılmaz. Şimdi immünoloji dediğimiz disiplini kurdu. Buluşunun günümüzdeki dengi ancak yarın kanser için bir çarenin duyurulması olabilir. Dünya Sağlık Örgütü çiçek hastalığının, binlerce yıl “insan soyunun en korkunç baş belası olmuş” benekli iblisin nihayet kökünün kurutulduğunu 1980’de ilan etti, jenner ta 1801’de bunu öngörmüştü:
Dünyayı en büyük afetlerinin birinden mutlaka kurtaracak şeye aracı olma ihtimalinin önümde belirmesiyle duyduğum sevinç o kadar aşırıydı ki, kendimi bir tür hülyaya dalmış durumda buldum. Gerçekten takdire sayan olan şey Jenner’in tutumudur. Doğru yolda olduğunu biliyordu; girdiği uğraştan hiç vazgeçmedi ve buluşundan kazanç sağlamaya asla kalkışmadı. Sadece doğru zamanda doğru yerdeki doğru adam olmaktan sessizce bir keyif duydu.