Saltanatın ve halifeliğin kaldırılması, cumhuriyetin ilanı, medreselerin kaldırılması gibi inkılaplar bazı çevreler tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Yeni rejime karşı sert bir muhalefet yürüten bu çevreler Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurulmasından sonra daha da cesaret kazanmışlardı. Söz konusu kişiler yeni partinin cumhuriyeti kaldırıp saltanatı ve halifeliği geri getirmek amacıyla kurulduğunu düşünerek parti etrafında toplanmaya başlamışlardı.
Bu ortam içinde bir süreden beri doğu illerini dolaşarak cumhuriyet aleyhine propagandalarda bulunan Şeyh Sait, 13 Şubat. 1925’te Genç (Bingöl) iline bağlı Piran köyünde ayaklandı. Kendisine katılanlarla birlikte telgraf tellerini kesen, girdiği yerlerdeki resmi binaları işgal eden ve devlet görevlilerini tutsak alan Şeyh Sait, Elâzığ’ı ele geçirerek Diyarbakır üzerine yürüdü. Ancak şehri savunan güvenlik kuvvetleri karşısında tutunamayıp geri çekilmek zorunda kaldı.
Doğu Anadolu’daki bu olaylar üzerine İsmet Paşa başkanlığındaki hükümet ayaklanmanın başka bölgelere yayılmaması için hemen harekete geçti. 4 Mart 1925’te Meclisten Takriri Sükün (Huzur ve Güvenliği Sağlama) Kanunu adıyla bir sıkıyönetim yasası çıkardı. Bu Kanun’da geçen “Gericiliğe, ayaklanmaya ve memleketin sosyal düzenini ve huzur ve sükununu ve güvenliğini ve asayişini bozmaya neden olacak bütün kuruluşlar, kışkırtmalar, girişimler ve yayınları, hükümet, cumhurbaşkanının onayı ile doğrudan doğruya ve idare olarak yasaklamaya yetkilidir. Bu gibi eylemcileri hükümet İstiklal Mahkemesine verebilir.” ifadesiyle hükümetin yetkileri genişletildi.
Mustafa Kemal çağdaş, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırıp saltanat ve hilafeti geri getirmeyi amaçlayan isyan ile ilgili, millete ve orduya hitaben bir bildiri yayımladı. O, bu bildirisinde “Kamu huzurunu bozan olay, yalnızca doğudaki yurttaşlarımızı değil, ülkenin her yerini etkiliyor; milletin rahatına, mutluluğuna, çalışma yaşamına, ekonomi ve üretimine zarar veriyor. Yüksek memurlardan ve geçmişi şan ve şerefle dolu olan Cumhuriyet Ordusu mensuplarından, vatanın iç ve dış bütünlüğü için fedakarlık ve görev duygularını beklerim.” diyerek konuya verdiği önemi gösterdi.
…
Takrir-i Sükun Kanunu’nun yürürlüğe girmesinin ardından yayınlarıyla olayları kışkırtan ve isyancıları cesaretlendiren gazete ve dergilerin faaliyetleri durduruldu. Bir yandan da asker? harekat düzenlenerek İsyan bastırıldı. Ayaklanmanın elebaşıları ve onlarla birlikte hareket edenler İstiklal Mahkemelerinde yargılanarak cezalandırıldı. Böylece çağdaş, demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırarak saltanat ve hilafeti geri getirmeye yönelik bu girişim daha fazla büyümeden önlenmiş oldu.
Yargılamalar sırasında alınan ifadelerden, isyanın başlamasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adına yapılan proragandaların da etkili olduğu ortaya çıktı. Bunun üzerine 3 Haziran 1925’te söz konusu partinin kapatılmasına karar verildi.
İsyanı çıkaranların mahkemedeki itiraflarına bakıldığında ayaklanmada İngilizlerin de rolü olduğu anlaşıldı. Bu durumda isyancıların zamanlamasının tesadüf eseri olmadığı da ortaya çıkmış oldu. Çünkü isyan, İngiltere ile Türkiye arasındaki görüşmelerde bir türlü çözümlenemeyen Musul meselesinin Milletler Cemiyetine götürüldüğü günlerde anlatıldığı 17 Mayıs 1925 tarihli bir gazete haberi patlak vermişti. İngiltere işte tam da bu sırada böyle bir isyanı teşvik ederek Musul’u topraklarına katmaya hazırlanan Türkiye’nin dikkatini başka bir noktaya çekmeyi başarmıştı. Aynı zamanda bu isyan sayesinde İngiltere, Türkiye’yi henüz siyasi istikrara kavuşmamış ve kendi topraklarında bile huzuru sağlayamayan bir ülke olarak gösterip Milletler Cemiyetini etkilemek istemiştir. Bütün bu olayların sonucunda da ülkemizi uluslararası alanda zor durumda bırakmış ve Musul sorununu istediği şekilde sonuçlandırmıştır.