“İmparatorluğundan yoksun bir İngiltere! Düşünebiliyor musun böyle bir şeyi?” İngiltere’nin eski Sömürgeler Bakanı Joseph Chamberlain 1906’da böyle diyordu. Oysa o yıllarda bir çok İngiliz, “imparatorluğundan yoksun bir İngiltere” olasılığını ciddi olarak düşünmeye başlamıştı; çünkü “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” Victoria’nın son yıllarında dış politika alanında ilk büyük sarsıntıyı yaşamıştı. İngiltere belki hâlâ en güçlü devletti, ama artık eskisi gibi tek güçtü devlet değildi. Kolay bir zafer umarak giriştiği Boer Savaşı (1899-1902) rakip emperyalistlerin güçlendiği bir dünyada geniş bir imparatorluğu elde tutmanın maliyetini gözler önüne sermişti. Boerler, 1650’lerden sonra Ümit Burnuna gelerek Güney Afrika’ya yerleşen Hollandalı çiftçilerdi. Bunlar, bölgenin yerlileri olan Hotanto kabilelerini köleleştirerek çiftliklerinde çalıştırmaya başlamışlardı. Hollanda emperyalizminin gerilemesiyle birlikte bölge İngilizlerin denetimi altına girmiş, ancak sert direniş gösteren Boerler 1881’de iki cumhuriyet (Oranj Irmağının kuzeyindeki Özgür Oranj Devleti ve Transvaal Güney Afrika Cumhuriyeti ) kurarak bağımsızlıklarını yeniden elde etmişlerdi.
Ne var ki 1870’lerden sonra bölgede elmas ve altın çıkarılmasıyla, Güney Afrika büyük devlet çıkarlarının çatışma alanı haline gelmişti. İngiliz ” elmas kralı” Cecil Rhodes (1853-1902) kendi adını verdiği bölgeyi (Rodezya, daha sonra Zimbabve) değerli maden çıkarımına açmış (1895) ve güneyindeki Transvaal Cumhuriyetini ele geçirmek için planlar yapmaya başlamıştı. XIX. yüzyılın son on yılında, bölgeye çoğunluğu İngiliz olan yabancılar yerleşmişlerdi. Transvaal Cumhurbaşkanı Paul Kruger (1825-1904), Rhodes’un ve İngilizlerin etkinliğini kırmak için bu tarihlerde uitlanders denilen yabancılara ağır vergiler koydu ve oy haklarını da ellerinden aldı. Bunun üzerine 1895 Aralığında İngiliz Kap Kolonisindeki İngiliz kökenliler, Dr. Jameson yönetiminde Transvaal’e saldırdılar; amaçları buradaki uitlanders topluluğunun Boer yönetimine karşı ayaklanmasını sağlamaktı. Ama Jameson Boerlere esir düştü, askerleri de püskürtüldü. Bu olaydan sonra, o zamana kadar İngiltere ile dostane ilişkilerini bozmamış olan Alman Kayzeri Il. Wilhelm, Kruger’e bir tebrik telgrafı gönderdi. İngiliz kamuoyu, Kraliçe Victoria’nın torununun bu düşmanca davranışını hiç unutmayacaktı. Kruger Almanya’dan silah almaya başlayınca İngiltere daha da telaşlandı; bu arada uitlanders topluluğu da Kraliçe Victoria’dan İngiltere’nin himayesini istediler.
1899 Haziranında Kruger ile Kap Kolonisi’nin İngiliz yöneticisi Sir Alfred Milner arasında görüşmeler başladı. Bir sonuç alınamayınca Boer Yönetimi İngiltere’ye uitlanders üzerindeki desteğin çekilmesini isteyen bir ültimatom verdi. İngilizler bu ültimatomu reddettiler; Boerlerin düzensiz askeri güçlerinin İngiliz birliklerine karşı koyamayacağını sanıyorlardı. 12 Ekim 1899’da savaş başladığında İngilizlerin Güney Afrika’daki kuvvetleri 25.000 kişiden ibaretti. Boer kuvvetleri ise, silah altına alınan sivillerle birlikte 87.000 kişiyi buluyordu. Savaşın 1900 başına kadar süren ilk aşamasında Boerler İngilizleri ağır bir yenilgiye uğrattılar.General Cronje (1835-1911) komutasındaki Boerli çiftçiler, araziyi de daha iyi tanıdıkları için bir kaç hafta içinde Capetown’ı (Kap kolonisinin başkenti) işgal etmişler, diğer büyük kasabaları da kuşatmışlardı. Bu yenilgi üzerine 1900 başında İngilizler “Afganistan Fatihi” General Roberts ve “Sudan Fatihi” General Kitchener komutasında yeni birlikleri Güney Afrika’ya gönderdiler. Roberts ve Kitchener General Cronje’nin tahminleri dışında yeni yollardan asker sevk ederek Boer ordusunu geri çekilmek zorunda bıraktılar ve 28 Şubat 1900’de 4.000 askeriyle birlikte Cronje’yi teslim aldılar. Bundan sonra Roberts Özgür Oranj Devletini ve eylül sonunda da Transvaal’i ilhak etti. Kruger Avrupa’ya kaçtı. Savaş bitmiş görünüyordu. Ama Boer Ordusu bundan sonra gerilla savaşına başlayacaktı.
Savaşın 18 ay süren bu üçüncü aşamasında, Boerler oldukça sert bir direnç gösterdiler. İngilizlerin ilhak’ kağıt üzerinde kalmıştı: Boer çiftçileri yenilgiyi kabullenmiyorlardı. Buna karşılık İngilizler de çok daha şiddetli yöntemlere başvuruyorlardı. General Roberts’in emriyle esir kampları kurulmuş, Boer köyleri yakılmış, sivil halka ve esirlere işkence edilmeye başlanmıştı. Bu arada, İngilizlerin koruyacaklarını iddia ettikleri siyah halktan da çok sayıda ölen vardı. 1900 sonlarında Boerler yeniden hücuma geçerek Kap Kolonisini ikinci kez işgal ettiler ve oradaki Boerleri ayaklandırdılar. 1901 başında da Capetown eteklerine dayandılar. O sırada 300.000’e yaklaşmış olan İngiliz Ordusu, 30.000 kişilik Boer Ordusu karşısında hiçbir şey yapamamıştı. Kitchener çiftlik yakma yöntemini daha geniş olarak uygulamaya, kamplarda idamları hızlandırmaya başladı. İngiltere bölgeye yeni birlikler gönderdi. Ama Kitchener’in acımasız yöntemleri, İngiliz kamuoyunda da tepki uyandırmaya başlamıştı.
İngiliz muhalefet lideri Campbell-Bannerman (1836-1908) denetleme amacıyla 1901’de Kap Kolonisini ziyaret ettiğinde, kamplarda hastalıktan ,ölen Boerlerin sayısı 20.000’i bulmuştu. İngiliz birliklerinin baskısının artmasıyla dayanacak güçleri kalmayan Boerler 1902’nin ilk aylarında bir anlaşmaya razı olduklarını bildirdiler. 31 Mayıs 1902’de imzalanan Vereeniging Anlaşmasıyla, Transvaal ve Özgür Oranj Devleti Britanya kolonisi olmayı kabul ediyorlar, buna karşılık İngiltere de ilk fırsatta bu devletlerin kendi yerel yönetim organlarını seçmelerine fırsat tanıyacağını bildiriyordu. Ayrıca, savaş tazminatı olarak Boerlere 3 milyon sterlin ödeniyordu. 100.000’i bulmayan Boer savaşçısını ancak 500.000 askerle yenebilen İngilizler için oldukça pahalı bir zaferdi bu.