Atatürk, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını kaybetmesi üzerine milli egemenliğe dayanan yeni bir Türk devleti kurmaya karar verdi. Bu amaçla önce vatanımızı işgalden kurtardı. Ardından cumhuriyeti kurdu ve gerçekleştirdiği inkilaplarla milletimizi ilerletmeyi hedefledi. Bütün bunları yaparken de Atatürkçülük olarak adlandırılan ve kendisi tarafından belirlenen fikirler ve ilkelere bağlı kaldı.
Türk milletinin ihtiyaçlarından ve gerçeklerinden doğan Atatürkçülük, Atatürk’ün devletin rejimi ve işleyişinin yanı sıra sosyal ve ekonomik hayata ilişkin gerçekçi düşüncelerini ve uygulamalarını ifade eder. Temeli milli kültürümüze dayanan bu düşünce ve uygulamaların amacı, Türk milletinin bugün ve gelecekte bağımsız, şerefli, haysiyetli bir millet olarak huzur ve refah içinde yaşamasını sağlamaktır.
Atatürkçülük, aklın ve bilimin rehberliğinde, milli kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma esasına dayanır. Atatürk’ün bu amaca yönelik geliştirdiği ilke ve esaslar bir bütündür. Birbiri ile uyum içinde bulunan bu ilke ve esaslardan biri olmadığında diğerleri eksik kalır. Örneğin kanun önünde eşitliğin olmadığı bir ortamda vatandaşların ülke yönetimine katılabilmeleri mümkün değildir. Atatürkçülükte çağdaşlaşma yolunda atılan adımlar da birbirleriyle uyum içindedir. Atatürk, Nutuk’ta bu durumu “Eğer dokuz yıllık faaliyetimiz ve yaptıklarımız bir mantık silsilesi ile gözden geçirilirse ilk günden bugüne kadar takip ettiğimiz genel doğrultunun, ilk kararın çizdiği yoldan ve yöneldiği hedeften asla sapmamış olduğu kendiliğinden anlaşılır.” sözleriyle dile getirmiştir. Bu nedenle biri diğerine bağlı ilke ve esaslar ile düzenli uygulamalardan oluşan Atatürkçülüğe “Atatürkçü Düşünce Sistemi” adı da verilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temeli Atatürkçü Düşünce Sistemi’ne dayanır. Bu sistem, en önemli ilkelerinden biri olan cumhuriyetçilik ilkesi gereğince devlet yönetiminde millet egemenliğini esas alır. Başka bir deyişle Türk milletinin devlet yönetiminde söz ve karar sahibi olmasını amaçlar. Böylece herkesi eşit kabul ederek milli birlik ve beraberliğimizin güçlenerek sürmesine önemli katkılarda bulunur.
Atatürkçülük akıl ve bilimi esas alan bir düşünce sistemidir. Çünkü bu sistemin kurucusu olan Atatürk akıl ve bilimin her türlü sorunun üstesinden gelebileceğine inanan bir düşünce adamıdır. O, bu konudaki inancını “Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için ,muvaffakiyet için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir. ilim ve fennin dışında kılavuz aramak gaflettir, bilgisizliktir, doğru yoldan sapmaktır.” .sözüyle dile getirmiştir. “Akıl ve mantığın çözümleyemeyeceği mesele yoktur.” sözüyle de düşünce sistemini dayandırdığı esasları vurgulamıştır.
…
Atatürkçülük, ilerlemeye ve yenileşmeye açık, dinamik bir düşünce sistemidir. Bu özelliklere sahip olduğu için de çağın gereklerine ve değişen toplum ihtiyaçlarına her zaman cevap verebilecek niteliktedir. Atatürk “Başladığımız inkılap ve yenilik bir an bile durmayacaktır, bizden sonraki devirlerde de böyle olacaktır.” sözü ile düşünce sisteminin bu yönüne dikkat çekmiştir.
Kişi hak ve hürriyetlerine önem veren Atatürkçülük bu özelliğiyle yurtta ve dünyada barışın korunmasını amaç edinen evrensel bir düşünce sistemidir. Atatürk’ün “Biz kimsenin düşmanı değiliz! Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız.” sözü de bunu doğrulamaktadır.
Atatürkçü Düşünce Sistemi, Türk milletinin çağdaşlaşmasında önemli bir yer tutar. Bu düşünce sistemidir ki ülkemizi parçalanmaktan kurtararak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasını sağlamıştır. Milletimizin demokratik ve laik bir düzen içinde egemenliğini özgürce kullanabilmesi ve çağdaş dünya milletleri içinde layık olduğu yere yükselmesi de yine bu sistem sayesinde mümkün olabilmiştir. Batılı bir yazar, Atatürkçü düşüncenin milletimizin çağdaşlaşmasındaki yeri ve önemi ile ilgili şunları söylemektedir:
“Türkiye, son yıllar boyunca tarihin en şaşırtıcı devrini yaşamıştır. Bütün dünya onun çöktüğünü ve can çekiştiğini sanırken birdenbire, adeta insanüstü bir gayretle doğrulmuş ve ilerlemiştir. Ülkede gerçekleştirilen değişiklikler, şekil ve görünümde basit değişiklikler olmamıştır; yok olan yalnız sultanlık ve halifelik değildir, bütün eskimiş Doğu/dur. Asırlardan beri, uygar ülkelerin uzağında efsaneler, teokratik yasalar, çağa uymayan yaşama biçimleri, akla aykırı, geçerliliği kalmamış kurallar içinde hapsedilmiş olarak yaşayan bu millet, birdenbire hayatın ve aklın çağrısı ile ortaya atılmış ve ilerlemiştir.”