Orta Asya’da kurulan Türk devletleri döneminde kadın toplumda önemli bir yere sahipti. Köktürklere ait Orhun Kitabeleri’nde geçen “Türk milletinin adı sana yok olmasın diye babam Kağan’ı, annem Hatun’u yükseltmiş olan Tanrı…” ifadesi de Türk tarihinde kadına verilen değeri göstermekte idi. Türk kadını devlet ve toplum hayatındaki yüksek konumunu Anadolu’da da korudu. Bununla birlikte özellikle şehirlerde iş ve aile hayatında kadın-erkek rollerinin zamanla değişime uğraması sonucunda kadın, toplum ve çalışma hayatının dışında kalırken daha çok ev işleriyle meşgul olan bir varlık haline geldi.
Atatürk, Milli Mücadele’de büyük fedakarlıklar göstermiş olan kahraman Türk kadınının siyasi, sosyal ve toplumsal haklarından mahrum bırakılmasını doğru bulmuyordu. Bu nedenle kadınların haklarına kavuşması onun en büyük ideallerinden biri haline gelmişti. O, bunu çağdaş ve gelişmiş bir toplum haline gelebilmemizin temel şartı olarak görmüş ve bu konu hakkında şunları söylemişti:
“Bir toplum, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cinsten oluşmuştur. Kabul edilebilir mi ki bir kitlenin bir parçasını yükseltelim, diğer parçasını görmezlikten gelelim de kitlenin tamamı yükselebilsin? Olabilir mi ki bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı oldukça diğer kısmı göklere yükselebilsin?”
“Milletimiz, kuvvetli bir millet olmaya karar vermiştir. Bugünün gereklerinden biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerini temindir. Bu sebeple kadınları da okumuş ve bilgi sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğrenim derecelerinden geçeceklerdir. Sonra, kadınlar sosyal hayatta erkeklerle beraber yürüyerek birbirinin yardımcısı ve koruyucusu olacaklardır.”
Türk kadını 1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanunu’yla yasalar karşısında erkeklerle eşit haklara kavuştu. Evlenme, boşanma, miras, eğitim vb. konularda erkeklerle aynı haklardan yararlanmaya başladı. Diğer yandan 3 Nisan 1930’da çıkarılan bir kanunla kadınların belediye seçimlerine katılmalarının yolu açıldı. Bunu, kadınlara muhtarlık ve ihtiyar heyeti üyeliği seçimlerinde seçme seçilme hakkı veren 26 Ekim 1933 tarihli başka bir kanun izledi. 5 Aralık 1934 tarihinde kabul edilen kanunla da Türk kadını milletvekili seçme seçilme hakkını elde etti.
1935 yılında yapılan milletvekili genel seçimlerinde TBMM’ye 18 kadın milletvekili girdi. Böylece Türk kadını siyasal haklarını pek çok Avrupa ülkesindeki kadınlardan daha önce elde etmiş oldu.Kadın hakları konusunda ülkemizde önemli gelişmeler yaşanırken pek çok ülkede kadınlar henüz seçme seçilme hakkına sahip değildi. Bunun içindir ki Türkiye dünyanın çeşitli ülkelerinde hakları için mücadele veren kadınlara örnek oldu. 1935 yılında da Uluslararası Kadınlar Birliği Kongresi İstanbul’da toplandı. Aşağıda ülkelerindeki kadınları temsilen bu kongreye katılan delegelerden bazılarının sözlerini okuyacaksınız.
“Uluslararası Kadınlar Birliği Romanya Delegesi Aleksandrina Cantacuzene (Aleksandirina Kantakuzen), 1935’te, ‘Dünyada yeni bir dönem başlatan Atatürk, Türk kadınına verdiği haklarla, anayı hak ettiği yüksekliğe eriştirdi. Batı’ya verdiği bu dersin unutulması mümkün değildir.’ derken Avustralya Delegesi Cardel (Kardel) Oliver, ‘Tüm dünyanın ilgisini üzerine çeken Türkiye, kadın hakları konusunda gerçekleştirdiği atılımlarla birçok Avrupa ulusuna geride bıraktı.’ diyordu.
Uluslararası Kadın Birliği Yazmanı Catherin (Ketrin) Bonifas ise Atatürk’ten dâhi olarak söz ediyor ve Türk kadın devriminin evrensel boyutunu şu sözlerle dile getiriyordu: Atatürk’ün Türk kadınına kazandırdığı hak ve özgürlükler, bütün dünya kadınlarında öz güven yaratmış ve mücadelelerinde onlara destek olan, yardımcı bir güç vermiştir.”
Cumhuriyet yönetimi sayesinde siyasi ve sosyal haklarına kavuşan Türk kadınları günümüzde erkeklerin üstlendikleri bütün görevleri üstlenebilmektedir. Öğretmen, hakim, doktor, mühendis, kaymakam, vali olabilen kadınlarımızın milletvekili, bakan, başbakan veya cumhurbaşkanı olmalarının önünde de hiçbir engel yoktur.