Yeni birçağın müjdecisi olarak açılan Paris 1900 Fuarı, yeni bir sanat akımına da ilk kez toplu biçimde sergilenme olanağı vermişti. 1890’larda Avrupa’da ortaya çıkan ve özellikle süsleme sanatlarında I. Dünya Savaşı öncesine kadar etkisini sürdüren Art Nouveau (Yeni Sanat) akımıydı bu. Fuarın gösterişli giriş kapısı, Art Nouveau ile daha eski tarzların karışımından oluşan ‘karma bir üslupla yapılmıştı. Fuarda bir çok sergi, Art Nouveau’nun değişik alanlardaki uygulamalarına ayrılmıştı. Ünlü aktris Sarah Bernhardt’ın (1844-1923) kuyumcusu ve Art Nouveau’nun bu alandaki en başarılı temsilcisi olan Rene Lalique`in (1860-1945) Fuardaki pavyonunu gezen petrolcü Kalust Gülbenkyan (1869-1955) sergilenen bütün mücevherleri satın almıştı. 1900 yılı Art Nouveau’nun en parlak yılıydı; o yıl açılan Paris metrosunun giriş kapılarının tasarımı mimar ve dekoratör Hector Guimard (1867-1942) tarafından yapılmıştı ve Art Nouveau’nun en başarılı örneklerinden biriydi. Yine 1900’de Viyana’da açılan “Sezession” (kopuş) sergisi bütünüyle Art Nouveau tarzındaki ürünlere ayrılmıştı.
Art Nouveau’nun her ülkede aldığı ad farklıydı: Almanya’da Jugendstil, Avusturya’da Sezessionstil İtalya’da Stile Liberty, vb. Bunlar arasında ulusal özelliklerden kaynaklanan bazı farklar bulunmasına karşın , Art Nouveau genelde tipik bir “yüzyıl sonu” akımıydı. O dönemde Avrupa’daki sanat ve edebiyat çevrelerinde akademik sanatın katı gerçekçiliğine, kolay kavranabilir konularına karşı bir tepki belirmişti. Sanatçılar doğanın ve dış dünyanın fotoğrafını çekmek yerine, insanın iç dünyasına, karanlık, gizemli konulara eğiliyorlardı. Art Nouveau da bu genel eğilimin bir parçasıydı. Akıma bağlı sanatçılar, nesnelerin biçimini çarpıtmak pahasına, güzellik, zerafet ve sitilizasyon peşinde koşuyorlardı. ince, uzun, gizemli, baygın bakışlı ve çoğu zaman yan erotik kadın figürü; uzun, kıvrık saplı çiçekler ve bitkiler; sarmaşık ve asmayı andıran sarmal biçimler; kıvrılan ve iç içe geçen akıcı çizgiler; simetriden kaçınılması; dinsel temalara hiç yer verilmemesi bunlar bütün ülkelerde Art Nouveau’nun ortak özellikleriydi. Art Nouveau akımı önce İngiltere ve Fransa’da ortaya çıkmıştı.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında varlıklı bir orta sınıfın oluşmasıyla birlikte tüketim mallarına olan talep artmış ve bu talebi karşılayacak bir sinai kitle üretimi ortaya çıkmıştı. Bu gelişim içinde bireysel tasarımcı-zanaatkara yer kalmamıştı. Onun yerini alan makineler aynı süre içinde çok daha büyük miktarda standart ürünler çıkarabiliyordu. Bu yüzden, ürünlerin kalitesine önem verilmiyor, zanaatkarın elinden değil kalıptan çıkan süslemeler rastgele uygulanıyordu. Sanatla sanayi birbirinden kopuktu. Buna ilk tepki İngiltere’de mimar ve ressam William Morris’ten (1834-1896) gelmişti. Morris’in öncülüğünü yaptığı “Arts and Crafts Movement” (sanatlar ve zanaatlar hareketi), ortaçağın tasarım ve zanaatkarlık standartlarını kendine ölçü alıyor ve bütün sanat ve zanaatların birliğini, bir sanat yapıtının tüm parçalarının uyum içinde olmasını amaçlıyordu.
Buna göre, örneğin, dekorasyonu, mobilyaları, ışıklandırılması, hatta çatal bıçak ve porselen takımları tek bir bütünleştirici estetik düşüncenin ürünü olan bir bina yapılması gerekiyordu. Morris’in plancı ile uygulayıcıyı birleştirme düşüncesi, tasarımla ilgili teorilerine de yansımıştı: eşyanın, mobilyanın ya da binanın işlevleriyle yüzey süsleri arasında bir kopukluk olmamalıydı.
Süsleme temel tasarımı üzerine sonradan rastgele oturtulmamalı, tersine onun doğal bir uzantısı olmalıydı. Morris 1861’de kurduğu atölye de ürettiği duvar kağıtları, mobilyalar, renkli pencere camlarında bu düşüncelerini uygulamaya koymuştu. Bir sosyalist olan Morris, aynı zamanda, yoksul kesimlerin sanayileşmeyle birlikte çirkinleşen günlük yaşamını güzelleştirecek ucuz, kaliteli ve “hilesiz” ürünler ortaya koymayı amaçlıyordu. Hareketin öteki önemli üyesi Edward Burne-Jones (1833-1898) da resim ve pencere camı tasarımlarında işlediği gizemli konularla ve hastalık”, halsiz düşmüş güzelleriyle Victoria çağı İngiltere’sinin katı ticari yaşamından kaçmayı deniyordu. “Benim bir resimle elde etmek istediğim şey, hiçbir zaman var olmamış, hiçbir zaman da olmayacak bir şeyin güzel, romantik düşüdür; kimsenin ne tanımlayabileceği ne de anımsayabileceği, sadece arzulayabileceği bir adada geçen bir düş” diyordu. Daha sonraki kuşak içinde yeni üslubun en önemli temsilcilerinden biri İskoçyalı mimar Charles Rennie Mackintosh (1868-1928) idi.
Genel planından pencere camı ve mobilyalarına kadar kendi tasarladığı yapılarda Morris’in kurduğu çerçeveyi geliştiriyordu. En ünlü yapıtı, 1897’de başladığı Glasgow Sanat Okulu idi. Bu yapının genel planında sertlik derecesindeki sadeliğe karşılık, ayrıntılarda, iç dekorasyonda, renkli cam ve mobilyalarda Mackintosh Art Nouveau’nin tipik dolambaçlı, kıvrık çizgilerini, uzayıp gitmiş biçimlerini kullanmıştı. Ancak, Morris’in “sadelik” ilkesine bağlı olan Mackintosh, Art Nouveau’nun daha sonraki aşırı dekoratif gelişiminden uzak kalmışti. İngiliz Art Nouveau’sunun en gözüpek, hatta “aşırı” temsilcisi Aubrey Beardsley (1872-1898) Burne-Jones’un lanse ettiği bir sanatçıydı. Beardsley yüzyıl sonu estetikçi akımın en önde gelen yazarı Oscar Wilde’ın (1854-1900) “Dorian Gray’in Portresi” ve Salome” adlı kitaplarını resimlemişti. Beadsley deseni renkli resmin ön taslağı olarak değil, başlı başına bir anlatım yolu olarak görüyordu; ona göre, çizgiyle her şey ifade edilebilirdi: hareket, hacim, ağırlık, hatta renk.
…
İngiltere’de afiş sanatı Beardsley’le birlikte başlayacaktı. Beardsley, Japon tahta ve taş baskılarının etkilerini yansıtan çalışmalarında, abartılmış bir zerafeti, cinsel kimlik belirsizliğini ve saldırgan kadın figürünü vurgulamasıyla dönemin “şeytani erotizm” eğiliminin en tipik temsilcisiydi ve bu açıdan, Morrislen çok Avrupa Art Nouveau’suna yakındı. Fransa’da da sanat ve sanayi ayrılığına ilk eleştiriler 1850’lerden sonra başlamış ve 1863’te sınai ve uygulamalı sanatlarla ilgili firmalar, “Uygulamalı Sınai Güzel Sanatlar Merkezini kurmuşlardı. Bu kurumun çevresinde gelişen atölyeler, mobilya, duvar kağıdı, mimari tasarım ve mücevherat gibi ürünlerini Paris’te 1889’da açılan Evrensel Sergi’de kamuoyuna sunmuşlardı. ama bu yeni akım Art Nouveau adını koleksiyoncu Samuel Bing’in (1838-1905) Paris’te 1895’te “Art Nouveau” mağazasını açmasından sonra almıştı. 1900’e gelindiğinde Art Nouveau terimi, kemer tokalarına uygulanacak kadar genelleşmişti.
Fransa’da akımın adının duyulmasına en çok emeği geçen kişi, metro istasyonlarının (1899- 1900) tasarımcısı Hector Guimard’ın yapıtlarında ayrıntı işçiliği ikinci planda kalıyordu. Bing’in mağazasında (ve daha sonra 1900 Fuarında) en çok müşteri bulan ürünler, seramikçi Emile Galle’nin (1846-1904) seramikleri, cam ve ağaç işleri ile kuyumcu Rene Lalique’in alışılmamış malzemelerden yaptığı mücevherlerdi.
Galle, cam ve seramik çalışmalarında Japon sanatını andıran biçimde böcek ve çiçek figürlerine yer veriyordu. Lalique de mücevherlerinde stilize edilmiş bitki, çiçek ve böcek biçimleri kullanıyordu; doğanın kendi biçimlerinin vurgulanması, Fransız Art Nouveau’sunda diğerlerine göre daha belirgindi. XVIII. yüzyılın sonunda litografinin (taş baskısı) bulunması, afiş sanatının gelişmesi için ilk temeli sağlamış, XIX.yüzyılda mum boyaların kullanılmaya başlaması da ilk dekoratif afişlerin yapılmasına olanak vermişti. Art Nouveau’nun bu alanda en ünlü temsilcisi Çek kökenli Afb honse Muchainın (1860-1933) afişleri, uzun ritmik kıvrımlı çizgileri, çocuk saflığıyla yorgun bir cinsellik arasında kararsız kalmış kadın figürleriyle Avrupa Art Nouveau’sunun en tipik ürünlerindendi. Akımın bir başka ünlü afişçisisi de kısmen Java kökenli olan ve yapıtlarında bu ülke sanatının izleri görülen, tasarımcı, seramikçi Georges de Feure’dü (1868-1928).
…
Dönemin yazarlarından biri, De Feure hakkında şunları yazmıştı: “O, Cehennemin kapılarını açan ve günahlar dünyasını bize gösteren sanatçılardan biridir”. Art Nouveau akımı Belçika’da da ürün vermişti. Victor Horta (1861-1946) Brüksel’de zengin sanayiciler için yaptığı evlerle yeni üslubun Belçika’da tanınmasını sağlayacaktı. İngiliz okulundan etkilenmiş olan Henry van de Veide (1863-1957) ise daha çok iç dekorasyon alanındaki çalışmalarıyla dikkati çekiyordu. Art Nouveau’nun en başarılı örneklerinden bir bölüm de 1900’lerde Avusturya’da ortaya çıkacaktı. Yüzyıl sonunda bütün Avrupa’da modern sanat çevrelerinde sanayileşmeye duyulan tepki, Avusturya’da insanın iç dünyasındaki akıl dışı güçlerin ve çatışmaların araştırılması biçimini alıyordu. Sezessionstil adını alan Avusturya yeni sanatı, düz çizginin dekoratif işlevini vurgulaması gibi üslup özellikleri bakımından da Fransız Art Nouveau’sunda ayrılıyordu. 1900’de Viyana’da Sezession sergisine katılan sanatçıların bir bölümü, daha sonra Almanya’da sınai tasarımın yenilenmesine öncülük edeceklerdi.
Avusturya’da yeni sanatın en önemli temsilcisi, erotik resimleriyle kendi çevresinin bile tepkisini çeken Gustav Klimt (1862-1918) idi. Avusturya’da Art Nouveau, akım içindeki görüş ayrılıkları yüzünden kısa sürede dağılacak, öteki ülkelerde de ürünlerinin pahalılığı yüzünden dar bir varlıklı kesim dışında geniş alıcı kitlesinin ilgisini uzun süre koruyamayacaktı. Öte yandan, Avrupa sanatı başka kaynaklardan, özellikle ilkel sanattan etkilenmeye başlamıştı. Bu yeni etkiler ve I. Dünya Savaşının yaratacağı şok, Art Nouveau akımının her yerde sonunu getirecekti. Bununla birlikte, sanatla sanayi arasında bir köprü kurma düşüncesi etkisini sürdürecek ve daha sonra Werkbund ve Bauhaus gibi akımların doğmasını sağlayacaktı.